Julide'nin Yağmurları 1.kısım

on 2 Eyl 2012
2012

Hangi ay da olduğumuzu bilmiyorum, yağmur yağıyordu işte, kaldırımlardan şehrin hiç bilmediğimiz köşelerine, ama önce üzerimize.

Benim firavunu olduğum caddeyi o güzelliğiyle bölüyordu ikiye, sıradan insanların basit gözleri bu ihtişamı görmeye dayanamıyordu besbelli, o yürürken yol açmak için birbirini ezen kalabalık beni gördüğünde yutarcasına kusuyordu insan etini üstüme....

BOĞULUYORUM...

Sonunda ona gösterilen ilgilden bıkmış olacak ki balık pazarından içeri girdi, bütün kokular bastırılmış, belli belirsiz yağmur hızını arttırmıştı sanki, bu şehrin pisliğini arıtabilmek için.

Sayfalara dokunabilirsin, yazılanları, renkleri, kalemin bıraktığı kararlı mürekkep izlerini hissedebilirsin, ama bir ışığa dokunamazsın bir de ''O'' nun kokusuna ; Parmakların kenetlenir, dizlerinin gücü yaşının yirmibeş yıl yavaşlatır seni oracıkta.

İşte o anlardan birinde daha ; Deri ceketi kırmızı kadının topuk seslerini dinleyebilmek için susuyordu tüm sokak.




Sokağın ışıkları kıstılar kendilerini, çünkü o ışık vurduğunda hep kısar gözlerini...

Bir kaç yüz topuk darbesi ardından rahatladı sokaklar, şimdi sırada ; apartmanın eşiği, evin merdivenleri.

Evine dönen bekar bir erkek gibi ceketinden çıkardı anahatları, yol üstünde içtiği biranın etkisiyle iki üç hamlede anca buldu deliği.

Ben hala yeni sahibini bekleyen emekli bir sokak köpeği gibi arkasındayım, dizlerine bir karış saçlarının tam ortasında, yağmurun içinde, o hariç herşeyin dışında...









El emeğinden başka hatırası olmayan eşyalar ruhsuzdu bizim için, eskicinin birinden kafamıza göre hikayeler yazdığımız bir ailenin terkedilmiş bakır kasesine attı anahtarlarını, çizmelerini her gün ki yerinde çıkardı, bugüne kadar gelmiş tüm ilahi aşkların peygamberi ; parmak uçlarında yürümeye başladı ahşap zeminin üzerinde.

Sürekli kendine ait bir şarkı besteleyen mutfak evyesi, dün akşamın intikamı boş viski kadehleri...
Saklandığı ışıklı mağaradan çıkmak için can atan ''Jack'' şişesi...
-------------
2009

''Bu bar'ın en güzel yanı, sabahları ve günün geri kalanıdır.'' dedim ismini en az 3 yıldır duymama rağmen bir türlü hatırlayamadığım barmene,

Ben daha yeni başlıyordum, ama o şimdiden ''Haydi ihtiyar bekleme, dibinde yitirdiklerini görene kadar göm kafanı şişeye '' adını verdiğim o iğrenç gülüşlü bakışını attı.

İnsanlara merhamet etmeye hiç gelmiyor bugünlerde, hemen aptal ve kırılgan biri olup çıkıyorsun o kararmış, bulanık gözlerinde.





İşte o günlerden birinde daha, sarı ışıklarının kafamda sallanmaya başladığı bir barda, kırmızı ceketli kadın belirdi kapıda.

Merhaba anne! 

Bunu not al istersen; Oğlunun hayatının finish çizgisini geçtiği günü, üstelik sonuncuyum üzgünüm.Bu sesi tanıyordum, gökten düşen su damlaları rutini, kadın ıslaktı, kırmızı deri ceketinden kendi yansımamı görmekten korktum ve yüzümü çevirdim, iki şeyden çok korkuyorum;  Yaşıma rağmen karanlıktan ve yaşıma yaraşan suratımdan.



Üzgünüm sayın Süreya fakat gökyüzünü bıraksalar bile kendini ikiye bölemezdi, bu kadın bütün yağmurların efendisi.
.............



DEVAM EDECEK....




0 Düşünce:

Yorum Gönder